Kısır döngüden kusur döngüsüne

KISIR DÖNGÜDEN KUSUR DÖNGÜSÜNE

Başlıktan da tahmin edileceği üzere bu hem bir tespit hem de bir sitemdir.  40 yılı devlet hizmetinde bir akademisyen olarak tamamlamış, memleketin birçok meselesiyle bir şekilde hemhal olmuş, kendi çapında işleyişin ve yöneticilerin başarılı ve zaaf içeren taraflarını görmüş, gözlemlemiş ve yaşamış birisi olarak ne demek istiyorum? Açık yüreklilikle diyorum ki:

Türkiye; şansın yaver giderse bir fırsat cenneti, ya da işlerin ters giderse ömür boyu bir mahrumiyet veya ceza yaşanan bir ülke görüntüsü veriyor.

Eğer bir tavassutla önemli bir makamın, bir bürokratik hizmetin başına geldiyseniz veya getirildiyseniz ve de sizi refere edenler varsa onlara (kişi, cemaat vb.) sadakatinizi gösterdiyseniz, artık sırtınız yere gelmiyor. Vazgeçilmez biri oluyorsunuz. Görevin biri bitiyor diğeri sırada sizi bekliyor. Çünkü bu işi sizden daha iyi yapacak, sizden daha birikimli, sizden daha eğitimli, sizden daha layık ve sadık insanlar olmuyor! Bu işin bir cephesi.

Bir de işin duygusal tarafı var; hem kendi açınızdan hem de sizi göreve getirenler veya vesile olanlar açısından. Görevde kalmak ya da görevden ayrılmak; iltifat edilmenin ya da cezalandırılmanın kararı haline dönüşüyor. Yani göreve gelenler; kendileri açısından bu iş eğer bir iltifatsa bu iltifattan başkası da yararlansın şeklinde bakmıyor. Dahası bu işe devam etmeye bir psikolojik savaş gözüyle bakarak bu göreve yapışmayı, bırakmamayı ve görevde kalmayı bir başarı ve de zafer haline getiriyor.

Halbuki bu görevleri; iyi kurulmuş sistemlerde tamamen bir nöbet şekline dönüştürmek gerekir diye düşünüyorum.

Aslında bu uygulamada; sistemin zaaflarının kişilerin başarılarıyla kapatılması gibi bir itiraf da söz konusudur. Çünkü o kişinin gitmesiyle, sistemin kötüye gitmesi; ya da o kişinin görevde kalmasıyla, sistemin iyi işleyeceği varsayımı özdeşleştiriliyor.

Sistemin zayıflığı kabul edildiğinde bu yaklaşıma hak vermek mümkündür. Çünkü görev anlayışı ve felsefesi doğru oturtulmazsa ve duygusallık göreve hakim olursa bu hususta başarı ve başarısızlık kişi ile beraber ön plana çıkabilir. Ama bu durum çoğunlukla gelişmemiş ve demokrasisi zayıf ülkelerin sorunudur. Gelişmekte olan veya gelişmiş ülkelerin bu durumu yaşaması ve sürdürmeye yönelik tasarruflarda bulunması ise ortadan kaldırılması gereken bir ayıbıdır.

Hazreti Ali’ye atfedilen bir söz var “parça bütünün habercisidir” diye. Veya bilimsel ve deneysel çalışmalarda bir örneklem seçilir ve o alandaki tüm evreni temsil ettiği varsayılır. Bu birbirini destekleyen söz ve kabulden hareketle; bürokraside gördüğümüz durumun benzerini siyasi tercihlerde, milletvekili seçiminde veya siyasi yapılanmalarda da bir gerçek olarak görmekteyiz. Bu gerçeği görmeyen, bilmeyen, duymayan ve yaşamayan yoktur.

Siyaset; bir hizmet fırsatı yerine, sanki bir meslek gibi algılanmakta ve mesela milletvekili olunacaksa hep ben olmalıyım şeklinde bir durumla karşılaşılmaktadır. Binde bir de olsa başkası da denesin, onlar da yapsın, bana bu kadar yeter diyene nerdeyse rastlayamıyoruz. Bu işi yaparken ya ecelimizle ölmeliyiz ya da bir hezimet yaşamalıyız ki, bir başkasına da sıra gelsin. Bu yaklaşım maalesef başkalarının siyasete değer katmasını ve hizmet etmesini engelleyen bir hal almaktadır.

Bir dinin, milletin ve devletin bekası kişi ya da kişilere dayandırılamaz. Böyle olsaydı; dini tebliğ eden peygamberin ölmesi durumunda o dinin yaşamaması ya da bir devleti kuran devlet adamının ölmesi halinde o devletin yıkılması gerekirdi. Bunların böyle olmadığı ortadadır. O halde bu işin güç alacağı kaynaklardan biri ortak akılla iyi bir yönetim sisteminin kurulması ve tavizsiz uygulanması olabilir.

Yine yöneticilerin bir-iki dönem sonra kenara çekilme erdemini göstermesi beklenir, olmuyorsa sistemle bunu yaptırmak mümkün hale getirilir. Bu uygulama, nefsin direnme gücünü kırar, toplumsal bakışın, başka insanların varlığı ve etkinliğinin kabulünü ve önemini ortaya çıkarır. Yani iyi ya da kötü ballı-kaymaklı ya da dikenli-çileli her ne yol varsa; burada da eşit bir şekilde herkesin fedakarlık yapmak ya da istifade etmek şeklinde fırsatları yakalamasına izin verilir.

İstisnalar hariç herhangi bir alanda bir başarı ortaya koyamayanların bir makama veya siyasete girip umut olması, umut vermesi, kör kuyuya taş atmak gibidir ve netice alma ihtimali çok zayıftır.

Kişilerin zaafları arttıkça yönetimlerin gücü de zayıflatılmaktadır. Bu sorunu aşacak olan da sistemdir. Kişilerin inisiyatifine bırakılacak olan fedakarlıklar ve özveriler kişiden kişiye değişir, asla umulan neticeyi vermez ve bu insanlar süre uzadıkça sistemlerin de ciddi zaafları haline gelirler. Kendim de dahil böyle bir zaafı millete bedel olarak ödetmeye hakkımız yoktur.

Kamu ya da kamuoyu kanalıyla elde edilen imkanlar asla şahsi kazanımlarla bir tutulmamalı ve bu sorumluluklar taşımasını bilmeyenlere yüklenmemeli veya yüklenmiş olanlar tadını kaçırmadan, suyunu çıkarmadan bırakmasını bilmelidir.

İnsanca yaşamanın, sorumlu ve özgür olmanın, nimet ve külfet dengesini kurup paylaşmanın, mensubu olmaktan gurur duyulan bir şehirde ve ülkede yaşamanın yolları bellidir. İnsani değerleri önceleyen, ehliyet ve liyakat yeterliliği olan, sözü ve yaşayışı olumlu yönde örtüşen, ahlaklı, bilgili, toplumsal bilinç ve erdeme sahip kişiler toplumun önüne çıkmalı veya çıkarılmalıdır. Var olan potansiyelimizi yeni bakış açıları ve zihniyet değişimi ile değerlendirmek ve harekete geçirmek yerine, patinaj yapan sistemlerde ve zihniyetlerde umut ve çözüm aramak zaman kaybıdır…

Prof. Dr. Abdulkadir GÜLLÜ

İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*